Avcı Hikayesi I

Çocuklar uyuyordu. Kapının mandalını kaldırdı. Kapıyı da az kaldırarak kendine doğru çekti. Hafif bir gıcırtı çıktı. Kimseler uyanmadı. Zaten çocukları uyandırmak da istemiyordu. Memnun oldu. Dışarı çıktı. Kapsalığı kapattı. Kavaklıoluk'un içinden, yukarıya doğru, dar yollardan yürümeye başladı.

Yoluna hızlı giderdi. Sonbaharın sonuydu. Kurak bir yaz geçmiş, yapraklar erken sararmaya başlamıştı. Yağmur yağmamış, göğ pur toprak un gibi olmuş, ayakkabısı, içine gömülüyordu. Denizden yaklaşık 500 metre yüksekteydi. Durdu, arkasına döndü. İskenderun körfezinde balıkçılar, tekneleriyle artık geri evlerine dönüyorlardı. Şehrin ışıklarının çoğu sönmüş, tek tük birkaç ışık görünüyordu. Hava iyice aydınlanmıştı. Her zaman olduğu gibi, çok güzel bir manzara vardı. Yukarı çıktıkça bu güzellik daha da artacaktı. Aşağıda da çok güzel bir deniz vardı ama onun yalnız güzelliğini severdi. Onlar yörüktüler. Deniz avını bilmezlerdi. Dağları, soğuk sularını, ormanlarını ve avlarını daha çok severlerdi.

Uzakta, Yumurtalık tarafında, denizin üzerinden bir kendir boyu yükseklikte, bir küme bulut vardı. Bulutların alt kaideleri, birbirine sıkı sıkıya bağlanmış gibiydiler. Ortasında sanki büyük bir kubbe vardı. Rengi ise koyu siyahtı. Onun dışında gökyüzü açıktı. Bu bulutların içinde bir şimşek çaktı. Güçlü bir şimşekti. Sanki bulutu yırtıp dışarı çıkmış, kendini herkese göstermişti.

* * *

Murt çalılarının yakınlarında arap bülbülü seslerini duydu. Belki de ilk uyanan kuş onlardı. Karataka ve cuppalak kuşları da buralarda çokça olurdu. Kendisi avcıydı. Avı çok severdi. Ama bu kuşları avdan saymazdı. Karakata ve cubbalak belkiydi ama arap bülbülleri av sayılmazdı. En sevdiği av kuşu ise keklikti. Aklında bunlar varken bahrazlığı, dar yollarından, yüklü bir hayvanın zor geçtiği Kozluçukur'u geçti. Yollar taşlıktı. Sonra demircikleri, yabani kirazları gördü. Demen'e varmıştı. Hiç eğlenmedi. Isbatan'a doğru yürümeye devam etti.

* * *

Buralarını çok iyi bilirdi. Burda doğmuş, hayatı buralarda geçmişti. Buraya ilk olarak dedesi ile babası Yörük Hösün birlikte gelmişler ve ikisi de buradan, Gedikliler'den evlenmiş, bacanak olmuşlardı. Eski yurtları neresiydi? Başka çocukları var mıydı? Akrabaları kimdi ? Hiç sormamıştı. Söyleyen de olmamıştı. Dokuz kız, üç erkek kardeşi vardı. Kendisi erkeklerden en büyüğü idi. Kışları Kavaklıoluk'ta kalırlardı. Kavaklıoluk çok büyük bir köy sayılmazdı. Beylan Beyliğinin Abacılı Uğurlu muhtarlığına bağlıydı. Bir ara Payas beyliğine de bağlanmıştı. Herkes kışın burada kalırdı.

* * *

Artık Horuz Çukuru'ndaydı. Arzı Beli'nden Daz'a, oradan da Horuz Çukuru'na ulaşmıştı. Güneş epeyce yükselmişti. Burası Gavur Dağları'nın en yüksek yeri değildi ama burası sınırdı. Arkasında Amik Ovası ve Kırıkhan önünde ise Körfez ve İskenderun vardı. Temis sıcağında bile burası çok serindi. Çok yakında su yoktu. Suyu hayvanlarla biraz uzaktaki kaynaktan getirirlerdi. Ama burada fazla susanılmazdı. Nedenini de bilmiyordu. Çok duman da olmazdı. Aşağıdan yukarıya koşarak gelen duman, burada kaybolup giderdi. Sanki ağzını büyükçe açmış bir canavar burada onları yutardı.

Sırtındakileri çıkardı. Ayaklarını uzattı. Bir oymak ev vardı. Ama şimdi hepsi boştu. İçlerinde hiçbir şeycik yoktu. Zaten göçerken neleri var neleri yok toplayıp göçerlerdi. Birlikte gelir, birlikte giderlerdi. Hiçkimse "ben biraz daha kalacağım" ya da "benim işlerim var, önce gideceğim" diyemezdi. Hatta bir keresinde köyden biri bir gün önce göçmüştü de eniştesi - kız kardeşi Fatma ile evliydi - İsmail Ağa adamlarını yollamış, geri getirtmişti. Adam bir gün sonra, herkesle birlikte yeniden göçmüştü. Kural buydu. Herkes bu kurallara uymak zorunda idi.

* * *

İkindiye kadar çevreyi iyice dolandı. İstediği kadar av bulamamıştı. Son bir kez daha dolandı. Bir şeycikler yoktu. Yönünü aşağıya doğru çevirmişti. Bir yandan bakınmaya devam ediyor bir yandan da yürüyordu. Otlu Çukur'da bir tavşan buldu. Ama kendisi için bu av yeterli değildi.

Eve dönme zamanı yaklaşıyordu. Şimdi yola çıksa akşam ezanında evde olurdu. Küççüğün Keli'sinden aşağıya doğru indi. Somurgaçlar etrafta çoktu. Yaprakları dizden aşağıya doğru elbisesine iyice yapışmıştı. İçlerinde tavşan ya da keklik olur mu, diye etrafına bakınarak sessiz sessiz yürüyordu. Demircik Dibi tarafına dönmedi. Artık aklı gitmekteydi. Bali'ye geldi. Harmana oturdu. Bir yandan "Kalsam mı?" diye de düşünüyordu.

* * *

Şimdiye kadar çok ava gitmiş ama hiç böyle olmamıştı. Ava gidip de yeterince avlanmadan döndüğü olmamıştı. Keklik bulamasa bıldırcın bulur ya da en az iki tavşan avlardı. Bugün nedense istediği şekilde av yapamadı. Aklı keklikteydi. Oturmuştu. Düşünüyordu. "Akşam üzeri" dedi kendi kendine, "bu hayvanlar suya gelebilirler." Kalktı. Gitti ve suya yakın bir yere evsin kurdu. Bekledi. Bekledi. Ama yine gelen giden olmadı. Gün batmak üzereydi ki tekrar Bali'ye harman yerine döndü. Bugün burada kalmalı ve sabah erkenden bu keklikleri bulmalıydı.

* * *

Yorulmuştu. Aslında kendini yoran yürüme değildi. İstediği avı bulamamış, bu kendini daha çok yormuştu. Artık kalmaya karar vermişti. Eşyalarının üzerini darı kemeşiyle iyice örttü. Tüfeği yanındaydı. Geri kalanları da kendi üstüne örttü. Dışarıdan bakan burada birisi varmış diyemezdi. Yırtıcılardan ve soğuktan iyice korunmalıydı. Çok şükür ki şimdiye kadar çok ava gitmiş, dağlarda yalnız kalmış, kötü bir şey olmamıştı. Ama yine de tedbiri elden bırakmamak gerekirdi. Her zaman tedbirli davranırdı. Vakit ne zamandı, bilmiyordu. Uyumuştu.

* * *

Aklından "İyi uyudum, sabaha yakındır." diye geçti. Gözlerini açtı. Her yer zifiri karanlıktı. Dışarıdan hiç ışık sızmıyordu. Sabah olmasa bile ayın aydınlığı olmalıydı. Ama hiçbir şey görünmüyordu. Çok karanlıktı. Tüfek elinin altındaydı. Onu hissetti. Hafifçe sağına dönmek istedi. O da neydi? Dönemedi. Üzerinde akıl almaz büyüklükte bir ağırlık vardı. Kıpırdayamıyordu. Bu ne olabilirdi? Olsa olsa bu ağırlıkta sırtlan olabilirdi. İlk aklına gelen bu oldu. Sırtlandan çok korkardı. En korktuğu canavardı. Bu dağlarda da sıkça görülürdü. Davarı gattan atan bir tutam ottu. Bir keklik uğruna başına bunlar gelmişti. Bu sırtlandı. Başkası olamazdı. Tam da üstüne yatmıştı. Kımıldayamıyordu.

Tüfeği bir eliyle iyice kavradı. Akşam doldurmuştu. Hazırdı. Son gücüyle kalkıp, bu sırtlanı alnının çatından vurmalıydı. Başka yapacak bir şeyi de yoktu. Kapana kısılmıştı.

Tam da öyle yaptı. Tüfeği iyice kavradı. Can havliyle, öyle bir kalktı ki dimdik ayakta idi. Çatlarcasına atan kalbi durmuş, dudaklarının titremesi geçmişti. Dudaklarında hafif bir gülümseme belirmişti.

- Aman Ya Rabbi, dedi.

Her yer bembeyazdı. Kar yağmıştı.