Uyanmıştı. Eşi Ağustos'tan beri yatağa bağımlı hastaydı. Uyuyordu. Uyandırmak istemedi. Ayakucu tarafında duvarda asılı duran saate baktı.
- Üç buçuk, dedi. Sabaha çok var.
Sessizce kalktı. Lavaboya gitti ve usulca geri yatağa girdi. Yorganı üstüne örttü. Uyumuştu.
Ani bir sarsıntı ile uyandı. Binanın altından, duvardan ve tavandan korkunç gürültüler geliyordu. Her taraftan gıcırtılar duyuluyordu. Yatak, aşağıdan yukarıya, sağdan sola sallanıyordu. Dışarıda bu yaşına kadar duymadığı, uğultulu bir rüzgâr vardı. Soğuk bir hava, rüzgârla birlikte içeri girmiş, perdeler, bir o yana bir bu yana uçuşuyordu. Evin arka tarafındaki nar ağacının dalları olmalıydı, arka pencereye sopayla vuruyor gibi sesler çıkarıyordu.
İlk aklına geleni yaptı. Ne olacaksa birlikte olacaktı. O kalkamazdı, kendisi de onu öyle bırakamazdı. Hasta eşinin üzerine kapandı. Yatak, bir o yana bir bu yana gidip gelmeye devam ediyordu. Elbise dolabının üzerindeki eşyaların, üzerlerine düşmesinden korktu. Onlardan korunmak için yastığı başının üstüne koydu.
Sarsıntı durmuştu. Çok geçmedi yeniden başladı. Bu anda yaptıkları tek şey duaydı. Yasin Suresi'ni sesli okumaya devam ettiler. Sallandılar da sallandılar sanki hiç bitmeyecek gibiydi.
Cep telefonu her zaman elinin ulaşacağı kadar yakınındaydı. Kırk yedi yıllık evliydiler ve yedi yıl önce karısı kansere yakalanmıştı. Üç yıldır ise hastalığı kötüleşmişti. Eşine kendisi bakıyordu. Hemen iki oğluna mesaj yazdı. Bir de kızı vardı ama o uzaklardaydı.
- Biz iyiyiz. Siz nasılsınız?
Yataktan hızla kalktı pencereden komşu evlere baktı. Binalar yerinde duruyordu. Yıkım yoktu. Rüzgârdan açılan pencereleri kapattı. Elektrikler kesilmiş, kombi sönmüştü. Sular da kesilmişti. Hızla mutfağa ve diğer odalara gitti. Etrafa baktı. Yalnızca oturma odasının duvarındaki saat yere düşmüş kenarı biraz kırılmıştı. Açılan kapıları ve pencereleri iyice kapattı. Hızlıca yatak odasına geri döndü.
Telefon çaldı. Arayan büyük oğluydu.
- Baba biz dışarı çıktık. Okulun yanında, arabadayız. Gelip sizi de alalım.
- Oğlum bu soğukta annen arabada ne yapacak? Zaten hasta.
- Deprem nerede olmuş?
- Maraş’ta.
- Bize epey uzak. İlkini atlattık. İnşallah bir daha olmaz. Annenin dışarı çıkması da hiç iyi olmaz. Şimdilik biz burada kalalım.
Depremden çok şükür yara bere almadan kurtulduk diye düşünürken telefon tekrar çaldı. Arayan küçük oğluydu. Yeni düğün yapmışlardı.
- Baba nasılsınız?
- İyiyiz çok şükür.
- Baba evden bir an önce çıkın.
- Nereye gideceğiz?
- Baba biz evden zor güç çıktık. Yatılı misafirliğe gitmiştik
- Neredesiniz şimdi.
- Baba biz Kırıkhan’dayız. Depreme orada yakalandık. Kapıyı zor güç açıp dışarı çıktık. Çok şükür bir şeyimiz yok.
- Tamam. Şimdi kapatıyorum. Şarjım bitmesin.
Oğlunu zor güç ikna etti. Evden çıkın diye ısrar ediyordu. Çok korktuğu belliydi.
Deprem yerini artçı sarsıntılara bırakmıştı. Ara ara sallanıyordu. Kalktı Abdest aldı. Sabah namazını kıldı. Sonra yatağa girdi. Kendisinin ve eşinin üzerini örttü. Yatakta uzanmaya devam ettiler. Bu arada içerde hava iyice soğumaya başlamıştı. Tekrar telefon çaldı.
- Emmoğlu nasılsınız?
- İyiyiz çok şükür. Sizler nasılsınız? Çevremizde yıkım görünmüyor. İskenderun’un içinden bir haber var mı?
- Bizim sokakta yıkım yok ama şehir kötü diyorlar.
Bir iki saat sonra artçı sarsıntıların şiddeti azalmış, kendileri de sakinleşmişlerdi. Eşini engelli arabasına bindirdi. Oturma odasına götürdü. Pencerenin önündeki kanepeye yatırdı. Dışarıyı gözetlemeye başlamıştı. Apartmanın önünde yeğenini gördü ona seslendi.
- Bina nasıl? Yıkık çatlak var mı?
- Yok bir şey. İyi görünüyor.
Rahatlamıştı. Dışarı çıkmak istemiyordu. Mutfağa gitti. Ocağa baktı. Yanıyordu. Çay koydu. Dünden kalan biraz ekmek buldu. Kahvaltılıkları buzdolabından çıkarttı. Kahvaltı hazırladı. Tepsiye koyup oturma odasına götürdü.
Sokak bomboştu. Ne insan ne araba vardı. Karşı apartmanda da kimsecikler görünmüyordu. Elektrik ve doğalgaz olmaz ise soğukta ne yapacaktı onu düşünüyordu.
Öğleüzeri olmuştu. Büyük oğlu ve torunu birlikte geldiler. Biraz durdular ve geri döndüler. Dış kapıdan daha çıkmamışlardı ki güçlü bir sarsıntı başladı. Kanepede yatan hasta eşi salıncakta gibi bir o yana bir bu yana sallanıyordu. Tavandaki lamba da aynı şekilde sallanıyordu. Kendisi ayaktaydı. Eşine:
- Korkma geçer, dedi ama hiç de geçmiyordu. On beş dakika kadar geçmişti ki telefon çaldı.
- Baba. Annemi teyzemgile götürelim mi?
- Tamam oğlum gelin. Ben de hazırlanayım.
Hemen alelacele giysileri, ilaçları, gerekli olanları toparladı. Çocukları geldi. Annelerini hasta arabasına koyup merdivenden aşağı indirdiler. Arabanın arka koltuğuna yatırdılar, teyzelerinin tek katlı evine götürdüler. Burası eşinin babasının evi idi. Şimdi eşinin kız kardeşi oturuyordu.
Hastayı, yaşlı dut ağaçlarının arasından eve çıkardılar. Tek katlı küçük bir evdi. Önünde büyük bir giriş avlusu vardı. Buradan körfezin güzelliği muhteşem görünüyordu. Fakat rüzgâr denizi coşturmuş, deniz dalgalanmış, masmavi olmuştu. Soğuk insanın içini kavuruyordu. Evde yaklaşık otuz kişi vardı belki de daha fazla.
İnsanlar evlerini terk etmiş yol kenarlarında, arabalarının içerisinde idiler. Mahalleler, sokaklar tamamen bomboştu. Boş araziler artık yeni sığınma yerleri idi. İki yıl devam eden salgında ise herkes birbirinden köşe bucak kaçmış, dedeler torunlarını kucaklayamamış telefonlarla görüşmüşlerdi. Şimdi ise yeniden bir araya geliyor, toplanıyor ve birbirlerine kenetleniyorlardı. Bir bilinmezlik içerisinde idiler ve şaşkındılar.
İçerde odun sobası yanıyordu. Hastayı oraya yatırdılar. Soba dışardan bakınca alev topu gibi olmuş fakat içeriyi yeterince ısıtmıyordu. Hava o kadar soğuktu. Dış avluya da bir soba kurulmuş avlunun etrafı kilim, battaniye ve benzeri eşyalarla çevrilmiş, soğuktan korunmaya çalışılıyordu. Ama çabalar pek de sonuç vermemişti. Artçılar devam ettikçe evden dışarıya kaçışmalar da devam ediyordu. Herkes tedirgin bir bekleyiş içindeydi.
Burada üç gün kaldılar. Üçüncü günün sabahı.
- Oğlum anneni Kırşehir’e kardeşinin yanına götürelim. Burada yeterince bakamıyoruz.
- Baba biz de gelelim o zaman.
Hazırlandılar. Hastayı arabanın arka koltuğuna yatırdılar. Kendisi de eşinin ayaklarını kucağına aldı. Ön koltuğa oğlunun eşi ve iki çocuğu sığıştılar. Zorlu bir yolculuktan sonra Kırşehir’e geldiler.
Martın sonu idi. Depremden yaklaşık iki ay sonra eşi Kırşehir Hastanesi'nde vefat etti. Defin için gerekli izinler alındı. Ertesi gün cenaze yıkandı. Cenaze arabası ile birlikte memlekete döndüler. Cenazeyi köyün kadim mezarlığına gömdüler. Evin önünde taziyeyi kabul ettiler. Tedirginlik hâlâ devam ediyorsa da artık hayata yeniden alışılıyordu. Aksaklıklar olsa da hasarsız binalara elektrik, doğalgaz ve su yeniden bağlanmıştı. Bu bölgede yıkım olmamıştı fakat ağır hasarlı bina çoktu.
Kırşehir Hastanesi'nde, randevu aldığı doktorun en son hastasıydı. Cenazeyi defnettikten bir hafta sonra kızının yanına geri dönmüştü. Doktorla vedalaşmak istiyordu. Adamın biri, bu yaşlı adama sırasını vermek istedi. O kabul etmedi. Doktorun yanındaki hasta çıkınca kendisi içeri girdi.
- Merhabalar doktor hanım. Bu kez veda etmek için geldim. Eşime ilgi gösterdiniz, hastaneye aldınız. Ondan dolayı bana da çok ilgi gösterdiniz. Eşimin hastalığı döneminde kendime iyi bakamadım. O nedenle tedavi için beş altı kez geldim. Çok teşekkür ediyorum. Sanırım bir daha görüşemeyiz. Bilet aldım, yarın İskenderun’a dönüyorum. Hoşça kalın.
Gözler yaşarmıştı. Mutlu bir hayatı olmuştu. Aklına o güzel günler geldi. Onun ölümünden sonra çok ağlamıştı. Ona şiirler yazmış, hikâyesinde onun hayatından kesitler anlatmıştı. O her işin üstesinden gelen becerikli bir kadındı. Özverili idi. Onu çok sevmişti. O da kendini öyle severdi. Ama artık o yoktu. Yapayalnız kalmıştı. Önünde bilinmeyen, yeni bir hayat vardı. Her ne kadar yaşlanmış olsa da yaşamayı seviyordu. Allah’a hayırlı, uzun bir ömür için dua ediyordu. Yeniden başlamak, hayallerinin ardından yürümek istiyordu.