Sabah yavaş yavaş ışımaya başlamıştı. Her gün olduğu gibi erken kalkmış,hazırlığını yapmış ve evden ayrılmıştı.Sırtında bir habe ile bir de avcar çentesi vardı.Habenin içinde hala sıcaklığını hissettiği,yağlı çökelik sokumu ile çörekleri vardı.Ekmekler azzık mendili ile iyice bağlanmıştı.Ve bunların yanında ayrıca bir tuz torbası vardı.


Hanımı Sultan, gün ışımadan uyanıp, sırtına carayı,bir eline ırbığı diger eline de helgini alarak, suyun yolunu tutmuştu.Su evden biraz uzakta idi.Toprak nemlenmiş kaygan hale gelmişti.Çok dikkatli yürüyordu.Ayağına, altı lastik, üstü gönden yapılmış bir yemeni giymişti.Hızla suyu doldurup gelmiş ve ocağı yakmıştı.Hala kendisinden başka ortalarda kimsecikler yoktu.Erken kalkmaya alışıktı.Çünkü bu saatte yapılması gereken işleri vardı.Sonra çocukları uyandırdı.Üç azzık mendili hazırlamalıydı.Birini davarın arkasına gidenler için ,birini oğlakların arkasına gidenler için birini de akşamdan sabah erken ava gideceğim,ona göre hazırlık yap diyen Kocası Yörük Mustuk için yapmalıydı.Ve tüm bunlar yapması gereken işlerdi.


Sırtına astığı avcar çentesine ise av malzemelerini koymuştu.Bunları özenle kendisi hazırlamıştı.Bir miktar kavı vardı.Kavları dağlardan toplar, nerede iyisinin olduğunu bilirdi. Küçük bir çapıta çakmak taşı koymuştu.Ayrıca barut,saçma ve kurşunları da vardı. Avcarlarını sürekli kontrol eder hiçbir zaman eksik bırakmazdı.Av yapmayı çok severdi.Birkaç gün, ava gidip, dağlarda kaldığı olurdu.Issız dağlarda, tek başına kalmaya alışkındı.Ava gitmeden edemezdi.


Güneşin kızıllığı yavaş, yavaş Sivriden görünmeye başladığında o epey bir yol gitmişti. Doroluğunun, üst tarafından geçmiş tatlı elmaya varmıştı.Gecenin sessizliği yerini, kuşların cıvıltısına ,çobanların ıslık seslerine ve hayvanların boğazına takılmış çan seslerine bırakmıştı.


Yukarı doğru çıktıkça ayaklarının üşüdüğünü hissetti.Ayağında bir edik vardı.Ta dizlerine kadar sıkı sıkı bağlamıştı.Ama buralarda ağaçlar çok büyüktü ve dipleri yarı adam boyuna kadar gazellerle örtülüydü.Bu gazellerin altında hala kar vardı.Sıcak yaz günlerinde bu karlar toplanır yannıklara konurdu.Çünkü kar konmuş yannıklardan daha çok yağ çıkardı.Bazı seneler, tüm yaz boyunca, buralarda kar bulunurdu.


Gün çıktığında Kaledibine varmıştı.Dereyi geçip ormana ulaştı.Burdan sonrasında ,artık ne çoban ıslığını nede sürülerin çan sesini duyabilirdi.Günlerce kalsa bir insana rastlaması da mümkün değildi.Ama kendisi buraları çok iyi bilirdi.Onlarca kez gelmiş ve buralarda avlanmıştı.


Yönünü yukarıya doğru çevirdi.Sık ağaçların bulunduğu yerden çıktı. Pürenleri geçti. Böğürtlenler olmuştu.Biraz onlardan yedi.Artık istediği yere gelmişti. İşine bakmalıydı.


Bu dağlarda her çeşit hayvan vardı.Özellikle de kurt,çakal gibi küçük yırtıcı hayvanların her türlüsünün olduğunu biliyordu.Onlardan bir çekintisi yoktu.Ama sırtlandan çekinirdi.Çünkü o çevik bir hayvandı.Onun için temkinli davranmalıydı.


Akşam yaklaşıyordu.Güneş,bin bir ışıkları ile mavinin içinde renklerin her türlüsünü gösteriyordu.Yukarıda gök mavisi,altta Dörtyol´un yemyeşil portakal bahçeleri ve arkada Körfezin güzelim maviliği vardı.Çam kokuları her yeri sarmıştı.Havasıyla suyuyla, göğüyle deniziyle ile çok güzel bir yerdeydi.


İstediği avı gerçekleştirmişti.Sırtında bir geyik,habesinde dört bıldırcın ve iki keklik vardı.En çok da keklik etini severdi.


Aşağıya doğru yürüdü.Dereyi geçti.Derede su birikintisi vardı.Eğildi sudan içti.Su çok soğuktu.Matarasındaki suyu boşaltıp yeniden doldurdu. Artık akşam için hazırlık yapmalıydı.Acele ile yürümeye devam etti.Yakınlarda büyükçe bir mağara vardı.Daha önce de buraya gelmiş bir kaç gece, bu mağara da kalmıştı.Gecenin karanlığında,güvenli bir yatacak yer olmalıydı. Burası güvenli bir yerdi.


İçeri girdi.Biraz karanlıktı.Hala güneşin ışıklarının ulaştığı yerler vardı ama daha içerileri zifiri karanlıktı.Sırtındakileri indirdi.Başkasının ulaşamayacağı, yukarı bir yere yerleştirdi. Dışarı çıktı. Bir kucak irisinden odun topladı.Ateşi alıştırmak için biraz da çam kozalığı ile pür getirdi.Mağaranın dip köşesine ateşi yaktı.Sırtından ceketini çıkarttı.Yanına yakın bir yere astı.Yattığında bununla üstünü örtecekti.Yorulmuştu.


Biraz dinlendikten sonra kalktı.Yaktığı ateşe bir kaç odun daha koydu.Daha önce temizlediği geyiğin, döşünden biraz et kesti.Kekliğin birini de, eline aldı.Önce kekliği ateşe koydu.Kalktı. Habesinden tuz torbasını da çıkardı.Tüfeğini aldı.İyice bir temizledi.Yeniden doldurup,yanı başına dayadı.Karnını doyurup yarınki işine bakmalıydı.Şimdi artık yatma zamanıydı.


Ateş çok güzel yanmıştı.Mağaranın ön tarafını ışıtıyordu. Özellikle de giriş kısmını.Arkada karanlık olan yerler de vardı.Ateşin üzerinde keklik ve biraz da geyik eti vardı.Güzel kokular geliyordu.Keklik pişmek üzereydi.Dışarıdan bir ses hissetti.Acaba bir canavarmıydı ? Sırtlan olabilirmiydi ? Çıkıp bakmadı. Etleri çevirdi.Üzerlerine biraz tuz ekeledi.Etin üzerine biraz da kurumuş kekik ekeledi.Cızırtılarla beraber kekik kokusu hertarafa yayıldı.Az daha bekledi.Artık sabrı kalmadı.Kekliğin etini aldı.Bir parça ısırdı.Ama daha tam olmamıştı.


Dışarıdan, yeniden bir ses duyar gibi oldu.Kulak kabarttı.Evet bir hışırtı vardı.Acaba ne olabilirdi.Tam bunları düşünürken mağaranın girişinde bir gölge belirdi.Evet bu bir canlıydı.Kapıdan içeriye bakıyordu. Bu en çok korktuğu sırtlan değildi.Küçük yırtıcı hayvanlardan da biri değildi.Bu kadar zamanlık ömründe, böyle bir şey görmemişti.İyice baktı.Evet bu bir canlıydı ama bildiği bir canlı değildi.


Dışarılarda hiç ses seda yoktu.Baykuşlar bile ötmüyordu.Kocaman bir ormanın içinde yapayalnızdı ve o şimdi daha önce hiç görmediği canlı ile karşı karşıyaydı.


Yaratık yavaş yavaş yürüyordu.Tam karşısına kadar geldi.Ne yapacağını bilemiyordu.Karşısında, insana benzeyen ama insandır diyemediği bir şey vardı.Saçları çok uzamış, omuzlarına kadar inmişti.Yüzü tam görünmüyordu.Üzerinde giysi de yoktu.Çırılçıplaktı. Bedeni yüzleri tamamen kıllarla kaplıydı.


Pişmek üzere olan etlere baktı.Kekliği aldı üzerine biraz daha tuz ekeledi.İkiye ayırdı ve bir parçasını karşısında duran bu yaratığa uzattı.Bu çok sevdiği kekliği, hiç bilmediği birine veriyordu. İçinden bu da sana kısmetmiş diye geçirdi.


Yaratık eti aldı tam karşısına çöktü.Hiç ses çıkartmıyordu.Uzun boyluydu.Belkide iki metreye yakındı. İri yapılıydı.Verdiği eti güzelce yedi.Avcının çantasında ekmeği de vardı ama çıkartmak aklına bile gelmedi. Geyik etinden biraz daha ateşe koydu.Digerleri de pişmişti zaten.Pişen etten biraz daha aldı.Üzerine bolca tuz ekeledi.Bir daha uzattı.Onu da almıştı. Ve yiyordu.Sanki aralarında görünmez hafif bir yakınlaşma olmuştu.


Aradan epey bir zaman geçti.Ocakta et kalmamıştı.Hepsi yenmişti.Eti verirken üzerine bolca tuz ekelemişti.Yaratık kalktı, hiçbir ses çıkartmadan mağaranın girişine doğru gitti.Herhalde gidiyor diye düşündü.Bu kadar tuza dayanması mümkün değildi.Susamış olmalıydı.Gitti.Karanlıkta kayboldu.


Bir iki saat sonraydı.Dışarıdan sesler gelmeye başladı.Uyumamıştı.Nasıl uyuyabilirdi ki.Aklından türlü şeyler geçmişti.Kapının ağzında yeniden göründüğünde, pörsüyen ateşin hafifçe aydınlattığı bu yaratık, daha azametli ve büyük görünüyordu.Ellerinde çok büyük bir taş vardı.Sessizce içeri girdi.Doğruca ateşin yanında yatan adama doğru gidiyordu.Tedbirli davranmıştı.Gider gitmez hemen dışarı çıkmış,sağına soluna bakınmış,kimsecikler olmadığına emin olup büyük bir ağaç kütüğünü sürüyerek içeri getirmişti.Hemen ateşin yanına koymuş,üzerine daha önce çıkarttığı ceketini örtmüştü.Zaten ocak biraz sönmüş tam içerisi görünmüyordu.İlk bakışta uyuyan bir adama benzemişti.Tüfeğini alıp geriye doğru karanlık kısma gitmişti.Yanına da sağlam bir odun almıştı.


Doğruca ateşin yanında yatan adama gidiyordu.Taşı başının üzerinde biraz daha yukarı kaldırdı.Son bir hızla kütüğe vurdu.Ceket paramparça olmuştu.Tam bu anda bunun bir ağaç parçası olduğunu hissetti.Sağına soluna bakınmaya başladı.Aldatılmıştı.


Avcı hayatında çok badireler atlatmış ,yırtıcılarla karşılaşmış ama böylesi ilk başına geliyordu. Birlikte yiyeceğini paylaştığı bu yaratık şimdi kendini öldürmeye çalışıyordu.Hemen tüfeğinin horozunu kaldırdı.Ateş ettiğinde horoz çakmak taşına çarpıyor ordan çıkan çıngı ile kav alışıyor ondan sonra da barut ateşleniyordu.Kav ve çakmak taşının en iyisinden olması gerekiyordu.O bir avcıydı.Şimdiye kadar hiç ıskalamamıştı.Ama bu başkaydı.Eğer tüfek ateş almazsa diye düşündü. O zaman da odunla saldırmalıydı.


Sağına soluna bakındı.Köşede avcıyı görür gibi oldu o yana doğru yürümeye başladı.Tam karşı karşıya gelmişlerdi ki bir patlama duyuldu.Mağaranın içerisinde kulakları sağır eden bir sesdi bu.Tüfek ateş almıştı.Bu ses yalnız tüfengin sesi değil, acıyla bağıran yaratığın da sesiydi.Can havli ile mağaranın girişine doğru gitti.Hala bağırıyordu. Bu ıssız ormanın karanlığında, ses her tarafta yankılanıyordu,bu sesden başka hiçbir ses yoktu. Baykuşlar bile susmuşlardı.


Sabaha kadar uyanık bekledi.Gün ağardığında tüfengini aldı.Kan izlerini takip etti.Dereye kadar indi.Uzaktan su birikintisinin içinde yatan birinin olduğunu fark etti.Suyun içine yüzükoyun yatmıştı.Canlımıydı?Bilemiyordu.Tüfeğini ayarladı iyice yaklaştı.Ölmüştü.


***

Artık yazın o kavurucu sıcakları gitmiş, sonbahar gelmişti. Dörtyol´da portakallar olgunlaşmaya ve çınar ağaçlarının yaprakları sararmaya başlamıştı.Yerlerde, dökülen yapraklar vardı. Küçük tahta taburelere oturmuş, önlerinde çay sehpaları bulunan beş kişi bir yandan çaylarını içerken, diger yandan da hararetli, hararetli konuşuyorlardı.


Dostum dedi orta yaşlı biri.


Buralarda Ermeniler Müslümanlara dostum diye hitap ederlerdi.


- "Bu anlattıklarını bir daha olur olmaz her yerde, anlatmasan iyi olur. Bizimkilerden bazıları inzivaya çekiliyorlar. Ahiret için dünya hayatından vazgeçiyorlar.Dağlara gidiyorlar. Duyduğuma göre bunlardan birkaçı, aklını da yitirmiş. Bu onlardan biri olabilir. Akrabalarından birileri duyarda intikam almak isteyebilir. Sen iyisimi bunları anlatma. Senin için daha iyi olur." Dedi.


Sonbaharın o bilinen sıcaklığında hava buz gibi olmuştu.Konuşmalar kesildi.Herkes susuyordu.Ben gitsem iyi olur dedi avcı .Daha gidecek epey yolum var.


Yazan : Bilal Yıldırım


24 Ağustos 2006